Arkadaşlar hazır mısınız?
Yok, yok öyle Orhan Baba gibi sormuyorum.
"Daha güzel, daha mutlu, daha adil, sevgi dolu bir dünya için,
barış için, insanlık için
batsın bu dünya!" demeyeceğim.
Söyleyeceğim şu;
İsterse "Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabilen" bir neslin ahfadı olarak kurduğumuz "devletimiz", bütün kurumlarıyla seçimlere hazır.
Siz de hazır mısınız?
Eğer hazırsanız, sandıkları sıkı sıkıya izleyeceksiniz demektir.
Oylar kullanılırken, sayım yapılırken, tutanaklara geçirilirken en ufak bir hilenin olmaması için gözünüzü dört açacaksınız mutlaka.
Torbalara doldurulup seçim kurullarına götürülen oyların peşine düşeceksiniz.
Sandıklar kapandıktan sonra, özellikle muhalif partilere basılmış "evet" oylarını çöp yığınları içersinde, yarı yanmış olarak bulmayacaksınız.
Diyelim ki buldunuz.
Ne yapacaksınız?
Sarılacaksınız Twitter'ınıza, Facebook'unuza; arkadaşlarınızı, yoldaşlarınızı, parti örgütünüzü arayacaksınız, görüntüleri paylaşacaksınız.
Onlar da çağrı yapacak "oylarımızın peşine düşelim, gidelim ilçe seçim kuruluna, gelen torbaları tutanaklarımızla karşılaştıralım" diyecekler.
Adliyenin önünde buluşacaksınız. İçeriye gireceksiniz. Seçim Kurulu Başkanı'yla görüşeceksiniz. Sonuç alamazsanız protesto gösterisi yapacaksınız, slogan atacaksınız, sesinizi gazetelerde, televizyonlarda duyuracaksınız...
Sanmayın!
Hayat böyle gelişmeyebilir.
Dedik ya "devletimiz" 7 Haziran seçimine hazır!
Yakaladığınız bir seçim için sarıldınız sosyal medyaya...
Bir bakacaksınız ki Twitter da, Facebook da, YouTube da "kaput".
Sosyal medyaya düşen bir karı-koca kavgasının görüntüleri tümüyle kaldırılana kadar bir sulh ceza hakimi kararıyla Twitter'a da, Facebook'a da, YouTube'a da erişim engellenmiş.
Herşeye karşın toplandınız adliye önünde. Amacınız seçim kuruluna ulaşıp oyunuzun peşine düşmek.
Ama içeri giremiyorsunuz bir türlü.
Bitmek tükenmek bilmeyen ağırdan bir arama uyguluyor kapıdaki görevliler.
Avukatınız da giremiyor içeri. Kartlarının çipi bir türlü çalışmıyor. Başlıyor kapıda "çantamı aratırım, aratmam" tartışması...
İster misiniz bu arada büyük bir sürprizle karşılaşın... Memleketin dört bir yanında elektrikler kesilsin...
"Memleketin bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş" olmasın da...
Memleketin bütün trafolarına kediler girmiş olsun...
Kaldınız mı karanlıkta, adliye önünde, oylarının akıbeti meçhul vatandaşlar olarak...
Kızgınsınız da elbet. Başlıyorsunuz protesto sloganları atmaya.
"Oyumuzu isteriz, söke söke alırız."
İşte burada "devletimiz"in seçimleri de kapsayacak şekilde aldığı son önlem devreye giriyor; İç Güvenlik Yasası...
Oyumun peşine düşeyim derken düştün mü suçlu duruma. Çünkü izinsiz sokağa çıkmışsın.
Oysa önce gidip Valiliğe dilekçe verecektin, "Oyumun çalınmasını protesto etmek ve hırsızlığı ortaya çıkarmak için seçim kurulunun bulunduğu adliye önünde gösteri yapmak istiyorum" diye.
Alacağın cevap da belli: "Yasal gösteri yerleri Maltepe ve Yenikapı'dır. Adliye önügösteri yeri değildir."
İşte bu izni almadan gösteri yaptığın için yasalar karşısında olmasa bile idare karşısında suçlusun.
Abarttım sanmayın. Daha önceki gün Başbakan Davutoğlu "İzinsiz sokağa çıkanlara bir dakika dahi müsamaha etmeyeceğiz" demedi mi?
O karanlıkta, adliyenin önünde gösteri yaparken ister misin, kalabalığın arasına iki eli sapanlı ya da bir eli molotoflu katılsın... Oldun mu şimdi "polisin yasal mermisi"nin hedefi...
Bir adım daha gidelim...
Ortalık yıkılıyor, istiyorsun ki bu ülkede yaşayan bütün insanlar medya aracılığıyla duysun bu haksızlığı... Sanma ki "havuz medyası"nda çeyrek sütun olacaksın...
Olsan da en fazlasından "Seçim günü darbe yapmaya kalkıştılar" başlığının altında kalırsın.
Birkaç muhalif gazete, iktidar karşısında secde etmemek için direnen ama rükuya da gelmiş bir iki tane televizyon kanalı bulabilirsin belki yanında.
O da, "seçim hilesi" haberlerine, son dönemde sık sık başvurulduğu gibi yayın yasağı gelmemişse...
Ya da sesini duyuracak başka bir televizyon ya da gazete kalmışsa...
Yani kapılarına kilit vurulmamışsa...
Bunu da abarttığımı sanmayın. Dikkat etmiyor musunuz, artık Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylemi "medyanın kapısına kilit vurma" aşamasına geçti.
Gördüğünüz gibi "devletimiz" son bir ayda yukarıdaki "uçmamın" bütün unsurlarını neredeyse tek tek prova etti.
Ama benim "uçmalarım" burada bitmiyor.
Gördüğüm tablo şu:
Hani Selahattin Demirtaş "Yüz verdik 400 istiyor" diyordu ya, şimdi o 400 istemeler, "Anayasa değişikliğini referanduma götürme" sayısına kadar indi. Yani 330. Yakında, tek başına iktidar olabilmesi için 276'yı bulup bulmayacağı tartışılacak. HDP'nin barajı aşacağı kesinleştikçe hırçınlıklar artacak.
Gidiş de o yönde zaten.
2007 ve 2011 seçimlerinden bu seçimin en büyük farkı ne biliyor musunuz?
Kamuoyu araştırma kuruluşlarıyla en etkin biçimde çalışan tek parti AKP. Biz geçmiş seçimlerde, neredeyse altı ay öncesinden başlayarak "Oyumuz yüzde 45", "Oyumuz yüzde 49", "Oyumuz yüzde 53" gibisinden iktidar partisi tarafından sızdırılmış anketler görürdük.
7 Haziran seçimlerine şunun şurasında iki aydan az bir zaman kaldı.
Siz bu seçimler öncesinde hiç iktidar partisi tarafından sızdırılan bir anket sonucu gördünüz mü?
Sadece iktidar mekanizmasının dışındaki kamuoyu şirketlerinin yaptığı anketler üzerinden konuşuyoruz biz bu seçimler öncesi.
Demek ki, iktidar partisi cenahında alınan sonuçlar hiç de iç açıcı değil.
Hatta sızan bazı bilgilere göre, kendi yaptırdıkları anketlerin bir kısmında bile tek başlarına iktidar olamayacaklarını görüyorlarsa...
Biz bu tablo içerisinde zihnimizi kurcalayan sorulardan birini daha soralım:
Biz sağ salim 7 Haziran seçimlerine varabilecek miyiz?
Diyelim ki vardık. O zaman bir soru daha geliyor akla:
AKP iktidarı bırakmaya hazır mı?
Soru çok. Kafamızı takmayalım ama mutlaka uyanık olup bir daha soralım:
Hazır mıyız arkadaşlar?
O zaman hep beraber "Batsın bu dünya" diyoruz:
"Yazıklar olsun yazıklar olsun
Kaderin böylesine yazıklar olsun"